23 Haziran 2022
Endüstri-Akademi İşbirlikleri Dosyası
Kamu politikalarında özel sektör Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesine dair vizyonun şekillenmeye başladığı 1990’lardan itibaren yaygın kullanılan tabiri ile “üniversite-sanayi işbirliği” konusu önemli bir politika hedefi olarak ifade edilmiştir. Örneğin 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu’nun politika gerekçesinde üniversite ve sanayi arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi hedefine vurgu yapılmaktadır; ancak mevcut durum itibarı ile bölgede yer alma değerlendirme kriterleri içerisinde akademi işbirlikleri dikkate alınmamaktadır.
Dünyada farklı örneklerde de görüldüğü gibi bu ilişkiyi doğal dinamikleri ötesinde teşvik etmeye yönelik tedbirler kalıcı işbirliği ile sonuçlanmamaktadır. İlişkinin sürdürülebilir olması ise her iki tarafın ilişkinin çıktısından somut fayda algısının güçlenmesi ile mümkün olacaktır. Son dönemde akademik araştırma altyapısının sanayinin ihtiyaçlarına uygun rasyonel yönetimini geliştirmek üzere farklı programlar yürütülmektedir. Bunlardan 6550 sayılı yasada tanımlanan “Ulusal Araştırma Merkezleri” söz konusu altyapının özel sektör dinamiklerine uygun yönetilmesi konusunda önemli bir kilometre taşı olmuştur. Söz konusu merkezler, özel sektör sanayi kuruluşlarına gelişmiş araştırma altyapısına erişim konusunda da bir imkân sunmaktadır. Diğer taraftan TÜBİTAK 1004 Mükemmeliyet Merkezi Destek Programı, sanayi kuruluşlarının rekabet öncesi stratejik işbirlikleri olarak bir araya gelecekleri teknoloji platformları üzerinden geliştirdiği karşılıklı değer ilişkisini daha uzun vadeli stratejik işbirliklerine yönlendirmek konusunda önemli bir gelişme olmuştur.
Son pandemi sürecinde mRNA aşıların geliştirilmesi örneğinde de gördüğümüz gibi akademik ortamlarda uzun yıllara yayılan araştırma projeleri ile geliştirilen teknoloji platformları akademik dünya ile işbirliği ve ilişkileri kurumsallaşmış sanayi kuruluşları tarafından hızlı bir şekilde ürünleştirilebildi. Benzer örnekleri farklı sektörlerden vererek çoğaltmak mümkün.
Ülkemizde farklı Ar-Ge destek programları ile akademik ve sanayi kuruluşlarında münferit projeler dolayısı ile desteklenen ağırlıklı gelişmiş teçhizat yatırımlarının ciddi tekrarlara ve kaynakların verimli kullanılmamasına neden olduğu görülmektedir. Üstelik pek çok gelişmiş teçhizatın bakım ve idamesi ile kullanım için gereken teknik bilginin söz konusu teçhizata düzenli ihtiyaç duymayan sanayi kuruluşları için ekonomik olmadığı açıktır. Her ne kadar sanayi şirketlerinin Ar-Ge projeleri her firmanın özgün ihtiyaç ve hedeflerini içerse de projelerde ihtiyaç duyulan pek çok teknik bilgi ve yetkinlik farklı sanayi kuruluşlarının projeleri arasında ortak, dolayısı ile tekrar kullanılan ögeler içermektedir. Bu tecrübenin akademik kurumlar üzerinden taşınması, sanayi kuruluşlarımızın projelerinin ise her projenin özel hedeflerine odaklanması ülkemizin Ar-Ge yaşam döngüsünde ciddi bir hızlanmayı sağlayacaktır. Özellikle bu anlamda pek çok alandan daha verimli çalışan Ar-Ge ekosistemlerinde rekabetçilik ile karşı karşıya olan firmalarımızın bu konuya özen göstermesi önemlidir. Altyapının ortak kullanımındaki süreçlerimiz geliştikçe firmalarımızın baz bilgi ve yetkinliklerini geliştirmek üzere yürütecekleri rekabet öncesi iş birliği projeleri yaygınlaşacaktır. Firmalarımız söz konusu projeler üzerinden üretilen fikri mülkiyetin paylaşılması konusundaki modelleri de geliştirdikçe daha verimli, yeni bilginin üretilmesine odaklanan projelerin de artacağını düşünüyorum.
Teknoloji üretmeyi destekleyecek bilginin ve o bilgiyi üretecek süreçlerin hızlı bir şekilde emtialaştığı bir dönemi gözlemliyoruz. Artık bilgiye ulaşmak, o bilgiyi erişimi kolay araçlarla yeni bilgiye dönüştürmek ve paylaşmak çok daha ucuz ve kolay. Sonuç olarak teknolojinin yaşam döngüsünün hızla kısaldığı, teknolojinin sürekli kendini yenilediği bir dönemde yaşıyoruz. İster bir birey ister bir kurum olsun duvarların içine kapanarak ürettiği teknoloji ile rekabetçi olabilmesi mümkün değil. Günümüzün dünyasında parçalar arasındaki ilişkiyi görebilmek, bütünsel tasarımlar yapabilmek ve bu tasarımları üretebilmek için gerekli olan organizasyonu idame edebilmek önemli. Kurumların rekabetçiliğini, duvarlarının dışındaki bilgiye ne kadar hızlı ve esnek ulaşabilecekleri belirliyor. Biz buna “ekosistem” diyoruz. Kurumlar çevrelerinde teknolojiyi üretmek için ihtiyaç duyacakları farklı bağımsız bilgi ve yeteneklerle ilişki ve iş birliğini idame etmek zorundalar. Bu zenginliği sağlayan ortamlardan biri de akademik organizasyonlar. Duvarları olmayan, esnek, öğrenmeye, denemeye açık kurumların rekabetçi olması mümkün.
TTGV olarak temel program yaklaşımımız teknoloji üreten ekonomimizin gelişmesini engelleyen her türlü bilgi asimetrisinin giderilerek, ihtiyaç duyduğumuz organizasyon sermayesini geliştirebilecek birbirinden öğrenme ve birlikte çalışma pratiklerini geliştirmek.
Burada iki tarafın da kendisini rahat hissetmeyeceği sentetik modellerle iş birliğini tesis temek çabası yerine karşılıklı görünürlük ve iletişimi kolaylaştıracak program faaliyetleri yürütüyoruz. Amacımız değer üretebilecek, bütünün parçası olabilecek her türlü bilginin sürtünmesiz bir şekilde yayılmasını, gelişmesini destekleyecek bir ekosistem kültürünün yaygınlaşması. Bu süreçlerde önemli bilgi kaynaklarımızdan birisi de akademisyenlerimiz. Akademisyenlerimizin görünürlüğünün artması, TTGV’nin farklı güven platformları üzerinden sanayi şirketlerimizle ilişki ve iş birliklerinin gelişmesine dair farklı programlar yürütüyoruz. Ödül programlarımız var. Sonuçta ihtiyacımız olan sosyal sermayenin gelişmesi daha fazla konuşmak ve daha fazla paylaşmakla mümkün olacak.
İlaç ve sağlık endüstrimiz ülkemizin ekonomik gelişmesi, kalkınması ve refah bir toplum olarak devam etmesi açısından son derece kritik bir konuma sahip. Hastanelerimizdeki klinik tecrübeye baktığımız zaman her geçen gün Türkiye’de tıp profesyonellerimizin yetkinlik seviyesi ile oluşturabileceğimiz özgün çözümlerin sadece Türkiye’de değil en azından bölgede de önemli bir değer olduğunu görmemek imkânsız. Sağlık ürünleri insan sağlığını doğrudan ilgilendirdiği için haklı olarak uzun geliştirme ve sertifikasyon süreçlerine tabi. Bunun üzerine teknolojik riskler geliştirme maliyetlerini caydırıcı bir noktaya taşıma potansiyeline sahip. Geliştirme için ihtiyaç duyulan araştırma altyapısı da özellikle bilimsel araştırmalara dayanan ürünlerde ciddi maliyetler öngörmekte. Bu anlamda ülkemizde dünya ile rekabet edebilir bir sağlık endüstrisinin gelişmesi ortak araştırma altyapıları ve akademik kurumların da yer alacağı rekabet öncesi iş birlikleri ile mümkün olabilecektir. Bu süreçte devletin farklı programlar üzerinden sağladığı imkanları açık fikir ve büyük düşünerek değerlendirmek mutlaka önemli olacak.
Dr. A. Mete Çakmakcı
TTGV Genel Sekreteri